Murat Üstübal'a Beş Soru:
1 – Ücra’nın bir atölye olarak başlayan,
zamanla “somut şiir” “deneysel şiir” gibi adlar alan girişimleri bugün hangi
noktada duruyor? Ücra, özellikle son
sayılarında bir ivme kaybı yaşadı mı? Ya da,“Ağır Ol Bay Düzyazı” son
dönemlerinde “Klişe şiir basmaktansa kimi sayfaları siyah basmayı tercih etti.”
Ücra’nın benzer bir tavrı neden
olmadı, yoksa gelen bütün şiirler iyi miydi?
2–Bir
konuşmanızda “Ücra’nın harfle,
imgeyle ve sözcük bozumlarıyla yapmaya çalıştığı şey, verili anlamların dışına
çıkmayı sağlamaktır.” diyorsunuz. Burada verili olan “anlam” dışında yeni bir
anlam arayışı mı var? Ya da, anlam bizi bir yere götürdü mü, ifade kudretini
koruyan bir sözcük var mı, yoksa “Sözcükler” sadece bir Jean-Paul Sartre kitabı
mı?
3 – Şiirde
her kuşak kendi düşmanını yaratır. İkinci Yeni Folklora, Halkın Dostları İkinci
Yeni’ye, Edebiyat Dostları Sanat Emeği’ne..Felsefede bile. Deleuze “Neden Hegel?”
sorusuna “Çünkü bir düşman gerekiyordu” diye cevap veriyor. Ücra’nın düşmanı
kim? Ya da, 2000’lerde düşman olmaya
değecek bir dergi yahut şair bile kalmadı mı?
4- İfade
suratları geleceğin estetiği olabilir. Kudretleri sözcüklerden bile fazla görünüyor.
Mesela şöyle çıkan gazete manşetlerini düşünün:“Başbakan’ın oğlu dünya evine
girdi.J”
“Tren ile otobüs çarpıştı 72 ölü.L” “Uyuşturucu
baronu şafak operasyonuyla ele geçirildi.:/ ”Böyle bir yere doğru mu gidiyoruz?
Ya da,“Şiir ölürse gülmekten mi ölecek?”
5 – 2013’te
1920’lerdeki avangardın gölgesi bile yok mu?“İlerleme” sadece zaman ile alâkalı
bir durum mu? İlerleme, aşma, geçme lafları gerçekten bir şey ifade ediyor mu?
Ya da, Kurt Schwitters da bizi görecek mi?
Murat Üstübal Beş Soru'yu Cevaplıyor:
Bir:
Ücra’nın
atölye olarak başlayan dönemi biliyorsunuz ki yeni bir anlayışın ilk kez
deneyimlendiği bir dönemdi. İkinci dönem başlarken artık yerleşik bir şeyden
bahsettiğimizi ve ne de olsa bir sürdürücülük misyonuna da sahip olduğumuzu
düşünerek şiir dergisi demeyi uygun bulduk. Önceleri avangard güdülü sonrasında
ise yerleşiklik duygusuna sahip olmanın tüm handikaplarını yaşadı dergi.
İkibinlerde adı deneysel şiir veya somut şiir olan dönem bir tür yapıbozum
dönemidir. 2010’lara geldiğimizde bu dönem bir şekilde vadesini doldurmaya
başlamıştı, fakat hayırlı ve güzel bir ölüm için cenaze töreni gerekiyordu,
güzel ölmek de bir marifettir! İkinci dönem bir bakıma tasın tarağın ikibinler
deneyselliği adına toplandığı bir dönem oldu. İkibinler deneyselliği diyorum çünkü
deneysellik çağlar boyunca yenileşme ve değişim hareketleriyle içiçe olmuştur,
bundan sonra da böyle olacaktır. Bizim tanığı olduğumuz deneysellik için
konuşuyorum ben sadece. Sadede geleyim, bence Ücra’nın ikinci dönemi tüm moral
motivasyonuyla ve arayışlarıyla bitti, benim hissettiğim bu. Şair arkadaşlarımızın yardımlarıyla güzel
ölüm için son sahne dekorlarını hazırlıyoruz! Bana bu hissi veren kendi
çalışmalarım değil sadece aynı zamanda dergiye gelen ürünler de belirliyor bu
sonu. Gerçekten Ücra şiirsel olarak iyi bir seçiciliğin olduğu bir dergi uzamı,
bunu yadsıyamazsınız. Ama elbette, şu anda dergiye gelen şiirler azalan bir
verimi gösteriyor. Ne adına? Belki sadece Ücra anlayışı çerçevesinde
okuduğunuzda bu tarz yorumlarda bulunabilirsiniz. Mizahın ve internetin
yükseldiği bir çağda yapıbozum veya sıkı minör şiir bir adım geri atmak zorunda
kaldı. Ağır Ol Bay Düzyazı’nın
tavrına gelince, o da bir tepkiydi kuşkusuz, saygı duyulacak ve ses getiren bir
tepki. Belli ki işe yaradı da iki mükemmel dergi çıktı sonrasında: Ücra ve Heves! Mükemmellik de eskir, İkinci Yeni eskimedi mi eskidi! Her
çağ kendi mükemmelini ortaya çıkarır. Ama bazı tepkiler sadece bir kereye
mahsus yapılır, ancak o zaman ses getirir ve dikkat çeker. Ücra hep orijinaldi, neden mi çünkü hep kendi bünyesine ve
organizmasına uygun davrandı, kendi oldu! Ücra,
tüm gündelik tasa ve kaygılardan uzakta şiir tarihine ve akışına bir kayıt
olsun diye kurulduysa, bitişi nasıl olmalıdır? Elbette kendi bünyesindeki
eskimeyi ve yıpranmayı da kayıt altına alarak. Tüm bunlara rağmen
söyleyebiliriz ki, gelen tüm şiirler iyi değildi, editörlerin gelen şiirler
içinden seçimleri ise çoğu dergiden daha iyiydi! Buradan umutsuz bir tablo
çizdiğim sanılmasın, tam tersine Türkçe şiir iyi yolda! Sadece beklentilerimiz
büyüdü, birikimlerimiz fazlalaştı.
İki: Kudret
ve etki farklı şeyler. Kudretin olduğu yerde iktidar, iktidarın olduğu yerde
yerleşik bir dil ve kalıp varsa kudretin dil üzerinden işlevsel olduğu sonucunu
çıkarabiliriz. Kudretin işlevselliği onun etkin olduğu anlamına gelmez, daha
çok aygıtın iyi çalıştığı anlamına gelir. Aygıtın iyi çalışması o aygıtla
ilgili öznelerin işinin kolaylaştığı anlamına da gelmez. Belki o aygıtın
düzeneğinde yapılacak bazı değişimler çalışma prensiplerini özne ve onun hayatı
lehine kolaylaştırabilir. İktidarın dil aygıtı süreğen çalışmayı amaçlar, yoksa
kaliteli ve zevkli bir yaşamayı değil! İşte edebiyatın amacı, eskiyen anlamları
yeni anlamlarla değiştirmektir. Bu eskimenin nerede başlayıp nerede bittiği ya
da gerçekten böyle bir eskimenin olup olmadığı asıl meselemiz. Eğer eskime
varsa değişim hangi biçim ve prensiplerle gerçekleşecek? Bu da ayrı bir
sorunsal. Tarihsel akış içinde yeni anlam eksenlerini taşıyan birçok sanat
anlayışı peydah oldu. Mesela anlamı iğdiş ederek bunu yapan Dadaizm’in yanında,
düşleri ve otomatizmi kullanarak anlamı söken Sürrealizm var. Anlam sökümünde
sadece yöntemler değişiyor çağlar boyunca. Her anlam sökümü eskiyen anlamları
geleneğe iade etme ve yeni anlamlara güncel kültürel içinde yer açma
girişimidir. Yapıbozum, Fluxus, Art Brut, mizahi şiir ve görsel şiir için de
aynı şeyler geçerli bence.
Üç: Benim
bir iddiam var; tarih boyunca içsel olan ile dışsal olan birbiriyle kavgalı,
toplumla birey, divan şiiriyle halk şiiri, İkinci Yeni ile Folklor ya da Garip
Şiiri. Düşmanlık için karşıtlık gerekiyor, karşıtlık için de iyi bir neden.
Düşmanı da kaliteli olmalı insanın. Maalesef iki binlerde düşman olacak
kalitede bir çevre olmadı, olmuyor! İnsanlığa da estetiğe de aynı adalet ve
dürüstlük mekanizmasıyla yanıt veren çevreler yok bence! Ben ne öğrendiysem
düşmanlarımdan öğrendim dedirtecek düşmanlar lazım insana. Ama genelde, şiirsel
değer olarak muhafazakâr, elitist veya avam, muktedir ve kontrolcü, kariyerist
şair ve çevreler bizim düşmanımızdır. Minöriteyi, minör şiiri tek kurtuluş
olarak görüyorum.
Dört: Şiirin hiçbir
şekilde öleceği yok! Bunu iddia edenler kendi acizliklerini ifade ettiler
şimdiye kadar sadece. Günümüz gençliği Leman kültürü! Avam ve argo
yanyanalığında mizah üzerinden yüzeysel bir ifade tarzı gelişti. İşte
tenbelheyven ve fanzinler mizahın taşıyıcısı oldular. İşlevsel de oldular, estetik
ya da entelektüel elitizmi kırma yönünde olsun kalıplaşmış anlamı sökme yönünde
olsun faydası oldu mizahın. Ama bu dönemin de bittiğini, bitmeye başladığını
hissediyorum. Mizahi sanat üzerinden gidenler bunu bir değere dönüştürmeyi
düşünmediler ya da başaramadılar. Yüzeyde devinen bir direnç mekanizması olarak
kaldı mizah. Bunun dışında bu ifade ikonları ya da biçimsel öğeler nasıl bir
değer üretti ki? Sadece bir sunum ve izlenim. Dijital izlenimcilikle ilgili
statik durumlar üretti. Gerçek içsel üretime dair bir yansıma göremiyorum. Hadi
içselin kendini ifadesini çok modernist ve sıkıcı buluyor olabilirsiniz, o
zaman dışsalın/şekilsel olanın ifadesi bize ne kattı diye düşünüyor musunuz?
Yeni dönemin böylesi bir amaç gayretkeşliğinde olduğunu sanmıyorum. Bir şeyin
geleceğin estetiği olması için gereken içsel ve felsefi düzenekler üretilemedi
henüz. Anlam ve değer katmanları yeterince kök salmadı. Sunumun bir üretime ve
yaratım alanına ve bunun da bir duygulanım ve empatik alana tekabül etmesi
gerekiyor çünkü.
Beş:
Avangardın günümüzde de değişik yüzleri, gölgeleri var. Avangard yerini
postmodern dönemlerde neoavangarda ya da neoneoavangarda ya da postavangarda
bırakıyor, bırakabilir. Her dönemin avangard mizacı da zihni de değişik olur.
Belki o zihnin çalışma şekli değişmiyor. Mesela Bürger’in avangardının
ilerlemeye bakışı çizgisel ve pozitivist iken postavangardın ilerleme fikri
geri dönüşsel ve dairesel olabilir. Ama her yönüyle farklılığı işliyor avangard,
o an için atlanmış olanı saptayıp ortaya koyuyor. Geleneğe bakışı da aynı
minvalde görülebilir. Geleneğe hiç dönüp bakmayanla, dönüp dönüp farklı okuyan
avangard haller olabilir. Yaşlı Kurt Schwitters klasikleşti, dönüp dönüp
bakıyor bize. Kimimiz hiç umursamıyoruz, kimimiz ise uzaklığın getirdiği
belirsizlikle Yaşlı Kurt’u hep farklı farklı duyumsuyoruz! Son olarak, avangard
için aşma ve geçmenin hem içerik hem de şekil olarak vazgeçilmez olduğunu
söyleyeceğim, bu onun güdüsü zaten! Aynı zamanda dramı da, çünkü her aştığını
ve geçtiğini sandığı noktada antoloji kendisine sürprizler hazırlar, aşmanın
göreceliğinde çaresizce oturakalır.
Not: Murat Üstübal'a cevapları için teşekkür ederiz.
Not İki: Beş Soru nedir, ne değildir üzerine: