15 Aralık 2013 Pazar

(Beş Soru): Murat Üstübal


Murat Üstübal'a Beş Soru:


1Ücra’nın bir atölye olarak başlayan, zamanla “somut şiir” “deneysel şiir” gibi adlar alan girişimleri bugün hangi noktada duruyor? Ücra, özellikle son sayılarında bir ivme kaybı yaşadı mı? Ya da,“Ağır Ol Bay Düzyazı” son dönemlerinde “Klişe şiir basmaktansa kimi sayfaları siyah basmayı tercih etti.” Ücra’nın benzer bir tavrı neden olmadı, yoksa gelen bütün şiirler iyi miydi?

2–Bir konuşmanızda “Ücra’nın harfle, imgeyle ve sözcük bozumlarıyla yapmaya çalıştığı şey, verili anlamların dışına çıkmayı sağlamaktır.” diyorsunuz. Burada verili olan “anlam” dışında yeni bir anlam arayışı mı var? Ya da, anlam bizi bir yere götürdü mü, ifade kudretini koruyan bir sözcük var mı, yoksa “Sözcükler” sadece bir Jean-Paul Sartre kitabı mı?

3 – Şiirde her kuşak kendi düşmanını yaratır. İkinci Yeni Folklora, Halkın Dostları İkinci Yeni’ye, Edebiyat Dostları Sanat Emeği’ne..Felsefede bile. Deleuze “Neden Hegel?” sorusuna “Çünkü bir düşman gerekiyordu” diye cevap veriyor. Ücra’nın düşmanı kim? Ya da,  2000’lerde düşman olmaya değecek bir dergi yahut şair bile kalmadı mı?

4- İfade suratları geleceğin estetiği olabilir. Kudretleri sözcüklerden bile fazla görünüyor. Mesela şöyle çıkan gazete manşetlerini düşünün:“Başbakan’ın oğlu dünya evine girdi.J” “Tren ile otobüs çarpıştı 72 ölü.L” “Uyuşturucu baronu şafak operasyonuyla ele geçirildi.:/ ”Böyle bir yere doğru mu gidiyoruz? Ya da,“Şiir ölürse gülmekten mi ölecek?”

5 – 2013’te 1920’lerdeki avangardın gölgesi bile yok mu?“İlerleme” sadece zaman ile alâkalı bir durum mu? İlerleme, aşma, geçme lafları gerçekten bir şey ifade ediyor mu? Ya da, Kurt Schwitters da bizi görecek mi?







Murat Üstübal Beş Soru'yu Cevaplıyor: 

Bir: Ücra’nın atölye olarak başlayan dönemi biliyorsunuz ki yeni bir anlayışın ilk kez deneyimlendiği bir dönemdi. İkinci dönem başlarken artık yerleşik bir şeyden bahsettiğimizi ve ne de olsa bir sürdürücülük misyonuna da sahip olduğumuzu düşünerek şiir dergisi demeyi uygun bulduk. Önceleri avangard güdülü sonrasında ise yerleşiklik duygusuna sahip olmanın tüm handikaplarını yaşadı dergi. İkibinlerde adı deneysel şiir veya somut şiir olan dönem bir tür yapıbozum dönemidir. 2010’lara geldiğimizde bu dönem bir şekilde vadesini doldurmaya başlamıştı, fakat hayırlı ve güzel bir ölüm için cenaze töreni gerekiyordu, güzel ölmek de bir marifettir! İkinci dönem bir bakıma tasın tarağın ikibinler deneyselliği adına toplandığı bir dönem oldu. İkibinler deneyselliği diyorum çünkü deneysellik çağlar boyunca yenileşme ve değişim hareketleriyle içiçe olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Bizim tanığı olduğumuz deneysellik için konuşuyorum ben sadece. Sadede geleyim, bence Ücra’nın ikinci dönemi tüm moral motivasyonuyla ve arayışlarıyla bitti, benim hissettiğim bu.  Şair arkadaşlarımızın yardımlarıyla güzel ölüm için son sahne dekorlarını hazırlıyoruz! Bana bu hissi veren kendi çalışmalarım değil sadece aynı zamanda dergiye gelen ürünler de belirliyor bu sonu. Gerçekten Ücra şiirsel olarak iyi bir seçiciliğin olduğu bir dergi uzamı, bunu yadsıyamazsınız. Ama elbette, şu anda dergiye gelen şiirler azalan bir verimi gösteriyor. Ne adına? Belki sadece Ücra anlayışı çerçevesinde okuduğunuzda bu tarz yorumlarda bulunabilirsiniz. Mizahın ve internetin yükseldiği bir çağda yapıbozum veya sıkı minör şiir bir adım geri atmak zorunda kaldı. Ağır Ol Bay Düzyazı’nın tavrına gelince, o da bir tepkiydi kuşkusuz, saygı duyulacak ve ses getiren bir tepki. Belli ki işe yaradı da iki mükemmel dergi çıktı sonrasında: Ücra ve Heves! Mükemmellik de eskir, İkinci Yeni eskimedi mi eskidi! Her çağ kendi mükemmelini ortaya çıkarır. Ama bazı tepkiler sadece bir kereye mahsus yapılır, ancak o zaman ses getirir ve dikkat çeker. Ücra hep orijinaldi, neden mi çünkü hep kendi bünyesine ve organizmasına uygun davrandı, kendi oldu! Ücra, tüm gündelik tasa ve kaygılardan uzakta şiir tarihine ve akışına bir kayıt olsun diye kurulduysa, bitişi nasıl olmalıdır? Elbette kendi bünyesindeki eskimeyi ve yıpranmayı da kayıt altına alarak. Tüm bunlara rağmen söyleyebiliriz ki, gelen tüm şiirler iyi değildi, editörlerin gelen şiirler içinden seçimleri ise çoğu dergiden daha iyiydi! Buradan umutsuz bir tablo çizdiğim sanılmasın, tam tersine Türkçe şiir iyi yolda! Sadece beklentilerimiz büyüdü, birikimlerimiz fazlalaştı.

İki: Kudret ve etki farklı şeyler. Kudretin olduğu yerde iktidar, iktidarın olduğu yerde yerleşik bir dil ve kalıp varsa kudretin dil üzerinden işlevsel olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Kudretin işlevselliği onun etkin olduğu anlamına gelmez, daha çok aygıtın iyi çalıştığı anlamına gelir. Aygıtın iyi çalışması o aygıtla ilgili öznelerin işinin kolaylaştığı anlamına da gelmez. Belki o aygıtın düzeneğinde yapılacak bazı değişimler çalışma prensiplerini özne ve onun hayatı lehine kolaylaştırabilir. İktidarın dil aygıtı süreğen çalışmayı amaçlar, yoksa kaliteli ve zevkli bir yaşamayı değil! İşte edebiyatın amacı, eskiyen anlamları yeni anlamlarla değiştirmektir. Bu eskimenin nerede başlayıp nerede bittiği ya da gerçekten böyle bir eskimenin olup olmadığı asıl meselemiz. Eğer eskime varsa değişim hangi biçim ve prensiplerle gerçekleşecek? Bu da ayrı bir sorunsal. Tarihsel akış içinde yeni anlam eksenlerini taşıyan birçok sanat anlayışı peydah oldu. Mesela anlamı iğdiş ederek bunu yapan Dadaizm’in yanında, düşleri ve otomatizmi kullanarak anlamı söken Sürrealizm var. Anlam sökümünde sadece yöntemler değişiyor çağlar boyunca. Her anlam sökümü eskiyen anlamları geleneğe iade etme ve yeni anlamlara güncel kültürel içinde yer açma girişimidir. Yapıbozum, Fluxus, Art Brut, mizahi şiir ve görsel şiir için de aynı şeyler geçerli bence.

Üç: Benim bir iddiam var; tarih boyunca içsel olan ile dışsal olan birbiriyle kavgalı, toplumla birey, divan şiiriyle halk şiiri, İkinci Yeni ile Folklor ya da Garip Şiiri. Düşmanlık için karşıtlık gerekiyor, karşıtlık için de iyi bir neden. Düşmanı da kaliteli olmalı insanın. Maalesef iki binlerde düşman olacak kalitede bir çevre olmadı, olmuyor! İnsanlığa da estetiğe de aynı adalet ve dürüstlük mekanizmasıyla yanıt veren çevreler yok bence! Ben ne öğrendiysem düşmanlarımdan öğrendim dedirtecek düşmanlar lazım insana. Ama genelde, şiirsel değer olarak muhafazakâr, elitist veya avam, muktedir ve kontrolcü, kariyerist şair ve çevreler bizim düşmanımızdır. Minöriteyi, minör şiiri tek kurtuluş olarak görüyorum.

Dört: Şiirin hiçbir şekilde öleceği yok! Bunu iddia edenler kendi acizliklerini ifade ettiler şimdiye kadar sadece. Günümüz gençliği Leman kültürü! Avam ve argo yanyanalığında mizah üzerinden yüzeysel bir ifade tarzı gelişti. İşte tenbelheyven ve fanzinler mizahın taşıyıcısı oldular. İşlevsel de oldular, estetik ya da entelektüel elitizmi kırma yönünde olsun kalıplaşmış anlamı sökme yönünde olsun faydası oldu mizahın. Ama bu dönemin de bittiğini, bitmeye başladığını hissediyorum. Mizahi sanat üzerinden gidenler bunu bir değere dönüştürmeyi düşünmediler ya da başaramadılar. Yüzeyde devinen bir direnç mekanizması olarak kaldı mizah. Bunun dışında bu ifade ikonları ya da biçimsel öğeler nasıl bir değer üretti ki? Sadece bir sunum ve izlenim. Dijital izlenimcilikle ilgili statik durumlar üretti. Gerçek içsel üretime dair bir yansıma göremiyorum. Hadi içselin kendini ifadesini çok modernist ve sıkıcı buluyor olabilirsiniz, o zaman dışsalın/şekilsel olanın ifadesi bize ne kattı diye düşünüyor musunuz? Yeni dönemin böylesi bir amaç gayretkeşliğinde olduğunu sanmıyorum. Bir şeyin geleceğin estetiği olması için gereken içsel ve felsefi düzenekler üretilemedi henüz. Anlam ve değer katmanları yeterince kök salmadı. Sunumun bir üretime ve yaratım alanına ve bunun da bir duygulanım ve empatik alana tekabül etmesi gerekiyor çünkü.

Beş: Avangardın günümüzde de değişik yüzleri, gölgeleri var. Avangard yerini postmodern dönemlerde neoavangarda ya da neoneoavangarda ya da postavangarda bırakıyor, bırakabilir. Her dönemin avangard mizacı da zihni de değişik olur. Belki o zihnin çalışma şekli değişmiyor. Mesela Bürger’in avangardının ilerlemeye bakışı çizgisel ve pozitivist iken postavangardın ilerleme fikri geri dönüşsel ve dairesel olabilir. Ama her yönüyle farklılığı işliyor avangard, o an için atlanmış olanı saptayıp ortaya koyuyor. Geleneğe bakışı da aynı minvalde görülebilir. Geleneğe hiç dönüp bakmayanla, dönüp dönüp farklı okuyan avangard haller olabilir. Yaşlı Kurt Schwitters klasikleşti, dönüp dönüp bakıyor bize. Kimimiz hiç umursamıyoruz, kimimiz ise uzaklığın getirdiği belirsizlikle Yaşlı Kurt’u hep farklı farklı duyumsuyoruz! Son olarak, avangard için aşma ve geçmenin hem içerik hem de şekil olarak vazgeçilmez olduğunu söyleyeceğim, bu onun güdüsü zaten! Aynı zamanda dramı da, çünkü her aştığını ve geçtiğini sandığı noktada antoloji kendisine sürprizler hazırlar, aşmanın göreceliğinde çaresizce oturakalır.





Not: Murat Üstübal'a cevapları için teşekkür ederiz. 

Not İki: Beş Soru nedir, ne değildir üzerine:


12 Aralık 2013 Perşembe

Beş Soru Nedir?



Beş Soru bir yazı denemesidir. Şiir ilgililerine bazı konularda çeşitli sorular sorma yöntemiyle çalışır. Sorunun muhatapları isterlerse sorulara karşılık vererek isterlerse de başka bir şeyden bahsederek bu sorulara cevap verirler.

Amaç, dergilerin sağlayamadığı güncelliği oluşturmak ve klişeden kaçmaktır. Sorulan sorular sadece şiir bağlamında kalmayarak “her şey” üzerine bir istikamet belirler. Her misafire ona özel hazırlanmış sorular sorulur. Eleştirel bir temelden hareket eden bu sorular iletişim ağı kurma çabasından ziyade üretim alanı oluşturma çabasıyla sorulur.

Sorulara gelen cevaplarda yöntem kısıtlaması yoktur. Kişiler isterlerse mektupla, isterlerse o gün yaşadıkları bir şeyle, isterlerse de bir görselle sorulara cevap verirler. Bununla beraber 1545 sayfalık bir cevap da yollayabilir, sınırları zorlayabilirler.

Beş Soru’nun geleceğe kalma ya da akıma dönüşme gibi misyonları yoktur. Olup biten her şeyi toplu bir şimdi içinde kişiler aracılığıyla değerlendirir. Eleştirel bir zeminde yeni yazı yöntemlerinin oluşabileceğine inanır. Bu düşünceyle hareket edip misafirlerini belirler.

Beş Soru söyleşi amacı gütmez. Manifestosu yoktur.


16 Kasım 2013 Cumartesi

Benim Gel Kasım Uykularım







Yirmi yedi seferin ardından noktalardan bir manzaraya katıldım
Bahçelerinde karşılaşan kadın ve erkeğin güzel olması aslında ondan
Hatırladım hatırlıyorum ihtimali hatırlatıyor her şey olup hatırlatıyorlar
Her şeyin bahçelerinde fark ediyorum içeride odalar koridorlar yine odalar

Ağaçlardan içerisi gölgesiz düşündüğüm tercümesi böyle apartmanlar oturduğum
Gördüklerimi sadece unutmak unutmak dediğim lütfen unutmamak kabul edelim

Bundan bir içerisi olmayanı alıyorum bir de dışarıda bağımsız geniş galipleri
Hayatta Aslıhan’ı geçen yıl böyle dışarıyı kapanan kapıları duvarları ardından
Boş salonlar koridorlar sürekli kapılar ve diğer tarafta daha fazla duvarlar
Bitmeyen eski mücevherleri ve kravatları üç dakika civarı bu hayattan çıkardım

Olanları bir yere anladığımda o testiyi uzun uzun taşıyan kadınları
Gittikleri yerde döndükleri yerde onlar gelmese de bütün filmleri
Onlar için üstümü başımı onlar için geri kalanları hiç anlamadan
Kasım ayı sonlarında ellerim her sabah buraya doğru yeniden büyür


Aras Keser
Hacı Şair 5 - Ekim 2013 Yayınları

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Çok Özledim Ümit Karan Diye Biten Şiirleri



Kesin şiir diye bir şey vav. Fulya Jaklin  diye biri de var tıpkı Albertine gibi. Şimdi burada şiirle konuşucam. Şiir konuşucam. Konuşuyorum.  Mesela çok mu abartılıyor Cemal Süreya? Evet.

Tamam. Çoğu zaman şiir çeviriyorum evde. Geçenlerde yedi çuval Rimbaud çevirdim. Anladım ki Rimbaud çevrilemez. Fransızcasından okumanız gerek. Ben Daçça baktım. Bu yüzden bir kıza şiir okuduğum da oldu. Ona yaklaşıp şey demiştim “Yağmuru dinliyorsun yağmuru dinliyossun ama şiir sevmiyorsun” Ne boktan bir hareketti. Ben kızın yerinde olsam gülerdim. Ama o etkilenmişti. Süreya da kadınlara şiir okurmuş. İkinci Yeni öyle sanıyorum sona erdi. Ve şair dediğimiz şeylerin son simaları da onların arasındaydı. Bugün şair dediğimiz tipler fortçudur. Namık Kuyumcu’dur şair. Ataol Behramoğlu’dur. Behramoğlu’nun kitap fuarı’nda, hemen önünde şair yazıyordu. Haklı. Arkasında da Atatürk vardı. Haklı. Sen şairliği İkinci Yeni’den sonra bu ve bunun gibilere emanet ettin abi. Şimdi neyin şairliğini yapıyosun. Dağılın.

Münir’in başlattığı bir “Allah belalarını versin ekolü” var. 2013’te şiir üzerine konuşurken dikkate alınabilecek tek ekol belki de. altı ay içinde sona erecek. Öyle diğer ekoller gibi yıllarca yaşamayacak. Bizde böyle. Bir ekol altı aylık süreyi aşarsa mort oluyor. Ama mesela Latmos’ta 8.000 yıldır kaya resimleri duruyor. Ne yani, ne alâka? Şiir orada mı diyeceksin şimdi? Yok orada demeyeceğim. Demiycem. Şiir o kayalar var ya. O kayalar “kayalar”.

Şiiri kaybettik. Anneannemi de kaybettik. Anneannem dönmeyecek ama şiir geri gelir. Kaybolan bisikletim de geri gelmişti benim. Vavien’de Binnur Kaya geri geliyor ya kayalıkların arasından. Hah işte, şiir Binnur Kaya’nın kayalıkların arasından yeniden çıkıp gelmesindedir- DEDİR. Kayalar kayalıklar, evet, arasından. Gel. Ama boşluk lazım bize. İte kaka. Çok boşluk. Güzel de değil sadece boşluk. Bazıları gitmeli, bazı şeyler ölmeli, bazı koca popolar şiirin üstünden kalkmalı. Zaten olmayan şiir kamusu biraz daha uzaklaşmalı (Geri gelmek şartıyla) Dünyaya bir gün ara gereksinimi. Hepimiz paleolitik dönemin uçsuz bozkırlarında bir süre.. Hah bir gün ara gereksinimi. Ardından gel. Gel halk gel. Gel şiir gel gel. Şiire “gel gel” yapmak bizim işimiz. Öbürleri ekmekçi. Tam buğday ekmekçi. Egoları olmasa koyarlar kıçına şiirin. “Kalbim sevda pınarı” diyen çocuk daha değerli onlardan. En azından “klişe” diye bir şeyden bile habersiz. Habersiz olmaları iyi. Haber kolay.


Şiir’de görüş. Politik görüş. Siyasi görüş. Dini görüş. Görüş. Görüş Atatürk şarkıları yapan Çelik’tir. Şükrü Sina Gürel’dir. Çok Türk’tür. Bir şair eninde sonunda algılar, duyumlar yaratır, sözcüklerle yapar bunları. Onları bize verir, biz de bu algılar ve duyumların oluşturduğu oluşumları paylaşırız. Ya da paylaşmayız “Odaya bakıyorum çiçekler çok” diyen birinin ne kadar “görüşü” yoksa “İsyan edin” diyen bir şairin de görüşü yoktur. Çünkü şiir ister görüntülerden geçsin, ister yoldan geçsin isterse de sözcüklerden geçsin duyumların bir halidir. Duyumlar kendi hallerinde aktarılabilen şeyler olmadıkları için başka algılar ve duyumlarda daha başka duygulamlara dönüşürler. Hep bir başka oda vardır. Duyumların bir görüşü olamaz. O yüzden şiirin de görüşü olamaz. Yokdur.

Bir şey anlatmamak için çok çaba sarf etmemiz gerekiyor. Mesela artık “Cansever şiiri üzerine inceleme” yaparken uzun uzun Tiramisu tarifi vermemiz gerekiyor. Ya da 400 Darbe üzerine yeni bir şey söylememiz için ilk önce fokların köpekbalıklarının beslenme zincirinde tam olarak nerede durduklarını aktarmamız gerekiyor. Bir de artık şiire şiirle referans vermek sona ermeli bence. Artık şiir sözcüklere çok güvenen insanların elinde değil çünkü. Ben daha çok kliplerde görüyorum şiir. Videolarda. Chantal Akerman filminde, bloglarda, katırtırnağı adlı bitkide. Ama bunları “Şiir her yerde” aptallığı ile değil “Şiir bunlar dışında hiçbir yerde” aptallığı ile görüyorum. İkinci Yeni’de şiir kalmadı, İslam’da da, Sol’da da. Bakkalda şiir kalmadı dostlar.


Daha ne kadar kalmayabilir ki? Daha nereye kadar düşebiliriz ki? İşte bu kadar. O yüzden heyecanlıyız. Zira bu kadar dibe vurduysak, Ümit Karan’ın da dediği gibi, dibe vuranların düşeceği başka bir yer yoktur. O yüzden kalkıp yeniden yeryüzüne çıkmak durumundayız. Yeryüzü ne dersen ben de bilmiyorum Zaten bir şey ifade etmeyen sözcükleri daha da eğip bükmek, saçmalayıp başkalaştırmak, yok etmek dışında bir seçenek kalmadı. Bunlar sözcükler kadar imajlara da yansıyor, siz görmüyorsunuz ama işte bunlar hep şiir. Yekta “Yıkın” derken aslında bunları kastediyordu.  Bizim şiirimiz kırıp dökmedikçe geri gelemez abiler. 

Aras K.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Behçet Haber Çok Bağımsız Haber (1)







1

Öldü Şair öldü:

Bu sene ülkemizde 2345 adet Şair öldü. 342 Şair ise ebediyete intikal etti. Bununla beraber 863 Şair de nalları dikti. Ve son olarak 734 Şair de sonsuzluğa uğurlandı.

2

Bence Edebiyat-ı Cedide:

Ünlü Şakir Behçet B. Konuştu;

“Artık bu şiirden keyif almıyorum. Keşke Edebiyat’ı Cedide’ciler geri dönse” diyen Behçet B. “Özellikle Tevfik’i özlüyorum” dedi

Bunun üzerine Karaman yakınında bir çimlikte buluşan Edebiyat-ı Cedide ekibi üyeleri geri dönme kararı aldılar.

Özellikle Tevfik Fikret’te yüzler gülüyordu.

3

AB Bizi Bu Halde Görse Abi:

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günleri kaçıran Behçet Bey bir dahaki birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerin ne zaman geleceğini sormak için bir  devlet dairesine giderken gözaltına alındı. 

Polisler eşliğinde devlet dairesini terk eden Bey “ Bir yudum mutluluğa bir ömür istediler, AB bizi bu halde görse var ya abi..” dedikten sonra gazetecilere dönüp bizi biz yapan değerleri unuttuğumuz için üzgün olduğunu dile getirdi.

4

Tarihte Bu Güm:


Behçet Tarihinde Avangard ve Biçimci Çizgici Kişilik ve Karakterler (1): Konstantinus

Roma döneminin son büyük imparatoru Konstantinus biçimci çizginin kurucularından biridir.

Konstantinus  M.S. 285 yılında doğdu. Babası Konstantinus Khlorus imparator Diokletianus tarafından 293 yılında Batı’nın caesarı olarak seçilmişti. Çocukluğunu Diokletianus’un, gençliğini Galerius’un sraylarında geçirdi. Part seferi sırasında (Eski Armenia krallığı, bugünkü Doğu Anadolu ve Kuzeybatı İran toprakları) Galerius’un yanında savaştı. Bu seferde elde edilen zaferler dörtlü yönetimin meşruluğunu sağladı. Ayrıca babasının Britanya seferine de katıldı. 305 yılında Diakletianus’un tahttan çekilmesiyle birlikte Batı’da augustus olan babası Konstantinus Khlorus 306 yılında öldü. Birlikleri oğlu Konstantinus’u augustus olarak tanıdılar. Bu durum dörtlü yönetimin üst kademelerinde karmaşaya yol açtı. Bunu Galerius kabul etmedi ve augustus olarak Severus’u atadı. Konstantinus ise caesar oldu. Daha sonra çıkan siyasi kavgalar sırasında Maxsimanus önce oğlu Maxentius’u destekledi, daha sonra ise kızıyla evlenen Konstantinus’un yanında saf tutarak ona imparatorluğa giden yolu açtı.

-Tarih bölümünün sonu.-

Konstantinus şöyle bir şey yaptı; Kendisinden önce büyük imparatorlar olarak bilinen Hadrianus, Traianus gibi imparatorların yaptırdığı zafer taklarından rölyefleri söktürdü.

Akabinde bu rölyefleri kendisi adına yapılan Konstantinus Takı’na koydurdu. Bu rölyeflerin üzerindeki Hadrianus ve Traianus başlarını ise söktürüp yerine kendi başını koydurdu. Bir tür Cut – Up, Ekle- Sil, Eklektizm ve bolca Kolaj anlayacağınız.

Rölyeflerdeki hikâyeleri de kendi Roma Seferine uyarlayan Konstantinus Behçet Bey’e göre biçimci-avangard çizginin ilk yaratıcısıdır. Bugün Dünyayı Kurtaran Adam’dan tutun Burroughs’a Sanatın Serbestliğinden tutun Avangard’a kadar her şeyin başlangıcı Konstantinus’tur.



Behçet-2 (Nisan 2013)


31 Mayıs 2013 Cuma

Ankara'dan Dönemeyen Bir Adamın Türkçe Meali









Kesin varsın bunu Ankara gibi değilse de gördüm İzmir
Ellerimi eller mi eller dediğim sizinle eve geldim sıcak o sıcak
Bana sıcak olduğunuzu teşekkür ederek belirtip bir şarkı patlatıyorum
Şarkı eşliğinde patlamaya devam ederken kapımıza üç kişi ah vuruyorlar
Kafamıza vuruyorlar ben özgün bir şekilde yıkılıyorum sende alkışlar


Uyumuşuz gibi kanlar var yanımız başımız otobüs çalıyorum senden
Sen kollarımı benden ortamıza alıyoruz dünyaları bende her şey var ama
Yetmiyor çocuk çarpıyoruz alnımıza halimize gülüp imparatorluğu yıkıyoruz
Hayat gerçekten etkileyici biz bütün çocukları ikiye yırtarak anlıyoruz
Onunla öpüşüyoruz senin telefonun var telefonun nasıl ya çalıyor
Belki de çok sevdik öpüşmeyi onunla sen konuştukça yeni imparatorluk
Pencereden atlayıp çoğalıyoruz sana 3400 günümü ayırabilirdim bana


Her şeyden sonra yuvamız yıkılıyor çocuğlar perişan okumuyorlar
Bu çocuklar gazeteyle pata küte vurarak okuyacak lan şeklinde
Niğde yakınlarında bir adam vuruyorum adam böylece hayatımızda
Vurulan adamlarla yaşıyoruz seninle yaşıyoruz şimdi onlar öpüşsün
Bırak onlar öpüşsün ben sana on kilo Rimbaud çeviririm Dancadan
Gözde gelir sonra Çanakkale’de yalı hanı var onu ben orada
Aramıza onu da alıp öpüştüğümüz kişilerden bir meydan
Uyuduğumuz kişilerden bir katedral vurduğum Niğdeli yerde
Onun için de halatlarını halatlarını bir saniye kesip ormanların
İndiğimizden beri olan diğer şeylerle iyi gideriz şimdi bir Ankara’ya
Bu Ankara’da daha başka odalar ama bak burada kışlar yeniden başlar
Kapıları açınca karşımızda tam üç kere durarlar duvarlağ duvarlar


Aras K.

30 Mayıs 2013 Perşembe

Rus Uzay Kalemi










size karşıdan karşıya geçmeyi öğretmişlerdir
bize gülten diye hak ettiğimizi veremeyenler
polietilen kapların içine neler koyacağınızı
nerde heves başlar damak ata nasıl bulanır
kusura bakmadan olur öğretmişlerdir
bana bütün irlanda golfstream ile yıkanıyor dediler
cesedi beş yıldır televizyonun karşısında oturuyormuş
sormazsan cevabı ya tahakküm ya duman
otobüs afyon’dan geçseydi söylerdik dediler

geliyorum tarık pelerini kapıya ört
bir huzur var içimde
sana karşıdan karşıya geçmeyi öğretmişlerdir



Cansu Hepçağlayan

Behçet -2 - (Nisan 2013)

21 Mayıs 2013 Salı

Kıssa Devre Konuşmalar (1)




Aras K. : Cezaevlerinde neden hiç Şair yok?

Eren B.: Cezaevlerine belediyeler bakmadığından olsa gerek ("şairlerin belediyeciliği" maddesi), daha çok oralar polis tutukevine dönmüş durumda. Kürtlerden Türkçede iyi şair çıkmıyor bir de. Çıkmaz diye değil, çıkamıyor. Somut baskı dili massediyor herhalde. Nâzım Hikmet bile ulusal yanaşmalarına rağmen yıllarını cezaevlerinde, sürgünlerde geçirmedi mi? Kimseyi cezaevine tıkma ya da başkası adına konuşma isteğimiz yok, ama böyle bir iktidar yapılanmasında bir göstergedir değil mi şairin "şiir günleri"ndeki absürdlüğü? Haaa üç-beş anarşisti tutuklamışlardı onları da salıvermişler zaten.. Sen ne diyorsun bu işe?

Aras K. : Uslu şairler çok fazla. Bir de kendine aktivist diyen ve pop-muhalefet yapan ama muhalif olduğu şeyle aynı masada oturan adamlar var. Hepsi can sıkıcı durumlar ama eskiden, yani içeri düşmeden şair olunamayan yıllarda da durum pek iç açıcı değildi. Mesela yıllarca Nevzat Çelik'in kötü bir şair olduğunu söyleyen çıkmadı. Bu biraz vicdani bir şeydi sanırım. Yani "yahu adam hapislere düşmüş nasıl estetik bakalım olaya" türünden bir bakış açısı oluştu. Bir de şöyle bir fark daha var sanırım, eskiden "devrim" için ya da devrime duyulan romantik özlem için hapislere düşülürdü. Bugün ortada daha karışık durumlar var. Mücadele edilen şeylerin tam bir görüntüsü, net bir tanımı var. Bu kadar gerçekçi bir şeyin şiire dönüşmesi kolay olmayabilir. Bir de eski Cezaevi sisteminde bir şair bir başka şairle aynı cezaevine düşer, işte orada gelişir, bir anlamda "içeride" şair olurdu. Ama bu F tipi, ve diğer alfabetik Cezaevi sistemleri bu ilişki modelinin ortadan kalkmasına sebep oldu. Bunlarla beraber uslu da olsa, devrimci de olsa, anarşist de olsa şu mesleki "şair" sıfatı çok rahatsız edici. Var değil mi böyle bir meslek? Kütük kaydı olmasa da var.

Eren B. : Kütük kaydı ilginç, sadece şairler için değil, şiir için de... Türk şiirinin soykütüğü daha yazılmadı henüz.  Biraz kütük meselesini yamultarak yolumuza devam edelim. Bu coğrafi dil alanının (ülke-vatan-toprak teriminin daha sınırlı kaldığını, yok edilen dilleri, sürülen insanları ve komşulukları aklımızda tutarak ) bir soykütüğü lazım. Türkiye’de sosyal bilimlerin gelişmesine de engel oldu bu sınırlı dil havzası. Suriye'yi Fransız akademisinden, İran'ı Amerikan kaynaklarından öğrenmek zorunda mıyız? Bu zorunluluğu yaratan  iktidar yapısını analiz etmemiz lazım. Dil Devrimi, bu noktada yeni bir şairi yaratan bir süreç çünkü. 

Meslek olarak şairliği sanırım k. İskender kullanırdı. Şairlik belki de en çok meslek olamayacak tek iş-güçlerden birisi. Ama ne yazık ki işte şair, ontolojisini şairliğe saplıyor. Şairin ontolojisi şiirin tedirgin edici, muğlak, açık alanıdır. Moğol bozkırlarını düşün mesela… Bir şeylerin karışması sorun değil, o karışıklıkta senin açtığın patika önemli. Bak bir şair duruşundan elbette söz etmiyoruz. 


Aras K. : Aslında bir korku var. Ontoloji gerçekten de tedirgin edici, muğlak ve açık alan olmalı ama oraları araştırmayı seven pek fazla insan yok. Bu işte, bir korkuyla ilgili. Düz çizgileri seviyoruz. Kırılmalar, kopmalar, delikler hoşumuza gitmiyor. Çünkü o bozukluklara ulaşmak biraz da şair ceketini çıkarmaktan geçiyor. Tespit edebildiğim kadarıyla bu kırılma ve kopmaları Türkçe şiirde Mustafa Irgat ve Ece Ayhan başarabildi. Onların şair olmak vs. gibi dertleri yoktu. Bu yüzden gidebilecekleri kadar uzağa gittiler. Onların korkusuzlukları diğerlerinin konformizmini su yüzüne çıkardı. Diğerleri problemleri çözmek hem de şiirle çözmek gibi anlamsız bir şeyin peşinden koşarken onlar asıl değerin problem çıkarmak olduğunu, gelişimin bu şekilde olabileceğini gösterdiler. Bu bozuk alanlara seyahatin aya seyahatten bile daha önemli olduğunu gösterdiler. 

Eren B. : Şairin asıl eyleyiciliği problem çıkarmak diyince Alain Badiou’nun filozof ve felsefe yapma hakkında söyledikleri aklıma geldi: “Felsefe, her şeyden önce yeni sorunların icadıdır.” Şairin sorun çıkarma kapasitesi gerçekten sınırlı. İkinci Yeni’nin hiç değinilmeyen kapasitesi de budur. Cumhuriyetin arzularını alaşağı eden bir şiir. Dilde, işte, fikirde ayrılık desek İsmail Gaspıralı’nın tersine. Bir tür bağbozumu. Mevsimsiz bir şair, Nietzsche felsefesinin mevsimsizliği gibi.

Aras K. :  Ben bu “sorun çıkarma gerekliliği” diyebileceğimiz şeyin yeniliği ortaya çıkarabilecek tek kriter olduğunu düşünüyorum. Şiir özelinde de, kendi söyledikleriyle, biçimiyle, başta kendi yapıp etme kudretiyle ilişkili bir sorunu olmalı şiirin. Yine Badiou felsefenin şiirle olası üç ilişkisinden (düşünce olarak) bahsederken tanımlayıcı rekabet, argümanlaştırıcı mesafe ve estetik bölgesellik kavramlarını ortaya koyar. Bu üç kavram içinde felsefenin şiiri dışladığı argümanlaştırıcı mesafe durumu bu sorun çıkarma hamlesinin ilk adımı olabilir. Somut bir ilişki yerine hem felsefenin hem de şiirin birbirlerini dışlaması ve verili durumlarını reddetmesi belirli bir ilişkinin zeminini oluşturabilir. Kurulacak ilişki modeli de yine düşünce bazında “göçebe” bir ilişki olabilir. Böylece mesafe bir aralık haline dönüşür ve o aralıklardaki delikler, kırılmalar ya da kopmalar başka odalarda, süreksiz, sorunlu ama bir o kadar da yenilikçi durumlara kapılarını açabilir.

Eren B. : Şair kadar şiir için de bir çeşit kırılma anları, kopmalar, boşluklar arıyoruz nedense. Dilin de bir sınırı olduğunu seziyorum bu söylediklerimizden. Görsel olanı nereye koyuyorsun peki? Bir imajla düşündüğümüzü farz etsek, şiirin bir imaj gibi işlemesini.. Başka türlü bir şiir yazma işlevi de diyebilir miyiz, bilemiyorum. Direkt sinemaya kaçabiliriz ama, düşünce-sineması ya da düşünce-şiiri kurcalamayı düşünüyorum.

Aras K. :  Sanırım bütün bunları yapabilmek için ilk önce düşünmeye başlamamız gerekiyor (Heidegger olsa gerek: “Henüz düşünmüyoruz”). Düşünce-sineması dediğinde ise benim aklıma Rivette gelir. Onda hep bir düşünce - öykü akışı vardır. Bir öyküyü oluşturmak ya da aktarmak değil bir öykü üzerine düşünme deneyimini aktarmak. İmaj’a başvurulduğunda bu deneyimi oluşturmak daha kolaydır belki. Bir düşünce deneyiminin başlatılması ve arkasının getirilmesi zaten olağanüstü bir şey. Bir de bunu alıp “aktarma” gücüne sahip olan insanlar var –ki sanırım sayıları epeyi azdır-. Ama düşünce-şiiri dediğimizde benim aklıma kimse gelmiyor maalesef. Senin aklına gelen kimse var mı?

Eren B. : Türkçe şiirde İkinci Yeni akımı bunun ilk adımı tabii ki. Ece Ayhan düşünce-şiir’de en başından beri orada ve belki bambaşka şair olarak Hölderlin gelebilir. Kestiremediğimiz bir şiir evrenleri var. Yaşamın, var-olmanın o verili mazmunlarını söküp atacak bir şiir, tıpkı düşünce gibi. Düşünceyi, ideolojinin alanından ayıracak ve olumlayacak bir imkân. Düşüncenin en büyük engeli ve yaratıcısı olarak dile karşı bir mücadele.



Eren Barış - Aras Keser (Behçet 1 - Kasım 2012)

29 Nisan 2013 Pazartesi

Elimizde Hiçbir Tekerleğin Hangi Tarihle İcat


Sonra oradan saçlarımla kalktığım
Gidemeyeceğim halılardan dolaplarına kadar çift katlı otobüs vardığım
O vakit elimkolum ezilip bir raylı taşımacılık
Sabah olunca ensesine, neyse bir saniye, alıp beni de   
Süpürge ile tarifsizliği ilk sağdan Serengeti ovasına
Çıkışım son raddede yoluna dört bardak çayı tersleniyorum
Arkadaşım stajını sıçradığımının yüksek gerilim şeysine kıyafetin staj   
Arsasından sakal kovaladığı üç beş kadar eczayı soruyorlar staj
Gel ben sana akran sesleniyorum, biraz Philip oturup çekiç dişliyorum
Mütalaa etmek şöyle dursun çevreyoluna yanardağ ve de sayonara
Üç kereden eski düşsem menkul kıymetlere kambiyum sanıyorum

Birinci Bölümün Sonu



Sakızlı muhallebiye birkaç sıfat ve olay yerini benceleyin
Belli ki buluşmamız devleteliyle keşke iki yüz yaprak olacak
Adli makamları kim esnemez bu saatte, baykara etiketli yün çorapları  
70lerden bu yana sağlığımda Kamerun bastığım doktor ayazdığım
O durağa gelmeden terazi ayıklayıp endüstriyi kalkıyor seracılığın tokatları

Takvimler koşulsuz Bab-ı Âli döner bu yorgan varlığı üstüne
Kestiği bilinmez bir öğle vakti oturup Tanpınar okumak niyetinde
Enginara bu denli zeytinyağlı kalışım işin ciddi yönünde ise
Askıda kalmış geleneksel tavırlar oluşmuşuz ekmek arası sardalya sevgime

Şimdi tabiatta hiçbir örneğine rastlanmadığım haliyle eşyalar sesliyorsun
Modern tekniğin ekseninde elmacık kemiklerinle aldığın süper eşliğinde

İkinci Bölümün Sonu


Uğur Eymirli

Behçet Bey-1-( Kasım 2012)

25 Nisan 2013 Perşembe

epilepsy




toplumu kucakladım ellerim bomboş kaldı
~ halk arasındaki şayia
~ kendilerinin azledilecekleri elçilere sık sık söylendi
hayat denilen kavgayı ayırdım
~ kaçırmak için kargılar atmaya başladılar
~ Upozornění! Upozornenie! Uyarı! Warning! FIGYELEM! Uwaga!
~ bu işi tehir etmek istediler
ölümden kaçarken medeniyete tutulduk
tırnaklarım bitmiyor
iki ayağı boşluğa lehimlenmiş bir butonum
~ annem istemedi ben beğenmedim
içinden çıktığı kadar içine girebilir misin
mucizevi dokunuşumla değişmedin
çünkihiç bi altmışsekiz doğurmadı bi alyansevi
selahiyetine haiz olacak
kasıklarından beynine giden bağlanan kabloyu kesip kopartıp
yarım metreküp beyninin yarısı dökülüp siyasi haritalara
yalnızlar şilteleri kirletip
avukatlar üst katların gerillacılık sektörüne
küçük eşittir
~ saten her acının pilakisi elmas geçilmez
itina ile yapılır lezbiyen amcalar ne ander insanı bu kıro manyen
samsun asfaltında bi amazon müzik pınarında çimmeye
sadaka kutularınız dibinden kaçırır
~ bir mayıs bir mayıs işçinin emekçinin orgazmı
AB bizi bu halde görse abi
direk tırmanırım ak sakallı ninelerin
biz değil halılarımızdır mutlakolan
teveccühünü kazanan erkeklerin
~ La var taş tas tar ücr vas ucr tap vap uçs üçp ucp ucs varoluşçuluk
manyakların megalo ideasıyım buradan kana pompalanır
~ E-mail Print AAAAAA LinkedIn Facebook Twitter Share This Reprints
buna inanacak bir fırınımız yok tarih ucuz atlatılmıştır
~ yaban gülü gibisin dağda barda bayırda
Perekompiliruyem arkadaşların senin arzu nesnelerin yalan mı
~ kabahat sende değil seni ekende


Münir Yenigül

Behçet Bey-1-( Kasım 2012)

19 Nisan 2013 Cuma

Behçet İki Ne İle Yaşar?

Behçet Bey ikinci sayısıyla İstanbul ve İzmir'de.

Yakında ise daha başka kentlerde daha başka odalarda.






26 Mart 2013 Salı

Behçet İcat Etmeden Önce İki

Behçet Bey tam da fanzin havasına bürünmüşken zenginleşen içeriğiyle "ulen dergi mi oldu bu acaba" şeklinde cümleler eşliğinde genişledi. Ne oldu biz de bilmiyoruz. Ama haftaya bazı yerlerde olacak görünüyor. Bakalım.

Yenilenen içeriği ile son görünüm şöyle;


Şiirler;

Münir Yeni - Çok Kötüyüm Windows Daha Sonra Sor

Eren Barış - Köpeksıfırdan

Cansu Hepçağlayan - Rus Uzay Kalemi

Kadir Yanaç - 21 M TURKEY

Servet Turan - cumhuriyet nineleri içmediği süt ablalarından zehrlendi belki de

Monica Papi - Aklımdan Nümayiş Geçiyorum

Uğur Eymirli - Truffaut Filmografisine Orlon Kazaklar Gençliğindenim

Aras K. - Milattan Önce Meliha


Yazılar;

Hâkim Hayati İle Röportaj: Peki Ya Şiir Hiçbir Şey?

Behçet Haber Çok Bağımsız Haber (1)

Münir Y. İsmail Sen Kocaman Bir Çılgınsın

Aras K. - Artık Unutsak Yiyorum


Görseller;

Münir Y. - Aradığınız Kitaba Şu Anda Ulaşılamıyor

Aras K. - Türkçe Şiirde Ümit Besen Eksikliği - Bir Makavejev Filmi Üzerine Diyalog