15 Aralık 2013 Pazar

(Beş Soru): Murat Üstübal


Murat Üstübal'a Beş Soru:


1Ücra’nın bir atölye olarak başlayan, zamanla “somut şiir” “deneysel şiir” gibi adlar alan girişimleri bugün hangi noktada duruyor? Ücra, özellikle son sayılarında bir ivme kaybı yaşadı mı? Ya da,“Ağır Ol Bay Düzyazı” son dönemlerinde “Klişe şiir basmaktansa kimi sayfaları siyah basmayı tercih etti.” Ücra’nın benzer bir tavrı neden olmadı, yoksa gelen bütün şiirler iyi miydi?

2–Bir konuşmanızda “Ücra’nın harfle, imgeyle ve sözcük bozumlarıyla yapmaya çalıştığı şey, verili anlamların dışına çıkmayı sağlamaktır.” diyorsunuz. Burada verili olan “anlam” dışında yeni bir anlam arayışı mı var? Ya da, anlam bizi bir yere götürdü mü, ifade kudretini koruyan bir sözcük var mı, yoksa “Sözcükler” sadece bir Jean-Paul Sartre kitabı mı?

3 – Şiirde her kuşak kendi düşmanını yaratır. İkinci Yeni Folklora, Halkın Dostları İkinci Yeni’ye, Edebiyat Dostları Sanat Emeği’ne..Felsefede bile. Deleuze “Neden Hegel?” sorusuna “Çünkü bir düşman gerekiyordu” diye cevap veriyor. Ücra’nın düşmanı kim? Ya da,  2000’lerde düşman olmaya değecek bir dergi yahut şair bile kalmadı mı?

4- İfade suratları geleceğin estetiği olabilir. Kudretleri sözcüklerden bile fazla görünüyor. Mesela şöyle çıkan gazete manşetlerini düşünün:“Başbakan’ın oğlu dünya evine girdi.J” “Tren ile otobüs çarpıştı 72 ölü.L” “Uyuşturucu baronu şafak operasyonuyla ele geçirildi.:/ ”Böyle bir yere doğru mu gidiyoruz? Ya da,“Şiir ölürse gülmekten mi ölecek?”

5 – 2013’te 1920’lerdeki avangardın gölgesi bile yok mu?“İlerleme” sadece zaman ile alâkalı bir durum mu? İlerleme, aşma, geçme lafları gerçekten bir şey ifade ediyor mu? Ya da, Kurt Schwitters da bizi görecek mi?







Murat Üstübal Beş Soru'yu Cevaplıyor: 

Bir: Ücra’nın atölye olarak başlayan dönemi biliyorsunuz ki yeni bir anlayışın ilk kez deneyimlendiği bir dönemdi. İkinci dönem başlarken artık yerleşik bir şeyden bahsettiğimizi ve ne de olsa bir sürdürücülük misyonuna da sahip olduğumuzu düşünerek şiir dergisi demeyi uygun bulduk. Önceleri avangard güdülü sonrasında ise yerleşiklik duygusuna sahip olmanın tüm handikaplarını yaşadı dergi. İkibinlerde adı deneysel şiir veya somut şiir olan dönem bir tür yapıbozum dönemidir. 2010’lara geldiğimizde bu dönem bir şekilde vadesini doldurmaya başlamıştı, fakat hayırlı ve güzel bir ölüm için cenaze töreni gerekiyordu, güzel ölmek de bir marifettir! İkinci dönem bir bakıma tasın tarağın ikibinler deneyselliği adına toplandığı bir dönem oldu. İkibinler deneyselliği diyorum çünkü deneysellik çağlar boyunca yenileşme ve değişim hareketleriyle içiçe olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Bizim tanığı olduğumuz deneysellik için konuşuyorum ben sadece. Sadede geleyim, bence Ücra’nın ikinci dönemi tüm moral motivasyonuyla ve arayışlarıyla bitti, benim hissettiğim bu.  Şair arkadaşlarımızın yardımlarıyla güzel ölüm için son sahne dekorlarını hazırlıyoruz! Bana bu hissi veren kendi çalışmalarım değil sadece aynı zamanda dergiye gelen ürünler de belirliyor bu sonu. Gerçekten Ücra şiirsel olarak iyi bir seçiciliğin olduğu bir dergi uzamı, bunu yadsıyamazsınız. Ama elbette, şu anda dergiye gelen şiirler azalan bir verimi gösteriyor. Ne adına? Belki sadece Ücra anlayışı çerçevesinde okuduğunuzda bu tarz yorumlarda bulunabilirsiniz. Mizahın ve internetin yükseldiği bir çağda yapıbozum veya sıkı minör şiir bir adım geri atmak zorunda kaldı. Ağır Ol Bay Düzyazı’nın tavrına gelince, o da bir tepkiydi kuşkusuz, saygı duyulacak ve ses getiren bir tepki. Belli ki işe yaradı da iki mükemmel dergi çıktı sonrasında: Ücra ve Heves! Mükemmellik de eskir, İkinci Yeni eskimedi mi eskidi! Her çağ kendi mükemmelini ortaya çıkarır. Ama bazı tepkiler sadece bir kereye mahsus yapılır, ancak o zaman ses getirir ve dikkat çeker. Ücra hep orijinaldi, neden mi çünkü hep kendi bünyesine ve organizmasına uygun davrandı, kendi oldu! Ücra, tüm gündelik tasa ve kaygılardan uzakta şiir tarihine ve akışına bir kayıt olsun diye kurulduysa, bitişi nasıl olmalıdır? Elbette kendi bünyesindeki eskimeyi ve yıpranmayı da kayıt altına alarak. Tüm bunlara rağmen söyleyebiliriz ki, gelen tüm şiirler iyi değildi, editörlerin gelen şiirler içinden seçimleri ise çoğu dergiden daha iyiydi! Buradan umutsuz bir tablo çizdiğim sanılmasın, tam tersine Türkçe şiir iyi yolda! Sadece beklentilerimiz büyüdü, birikimlerimiz fazlalaştı.

İki: Kudret ve etki farklı şeyler. Kudretin olduğu yerde iktidar, iktidarın olduğu yerde yerleşik bir dil ve kalıp varsa kudretin dil üzerinden işlevsel olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Kudretin işlevselliği onun etkin olduğu anlamına gelmez, daha çok aygıtın iyi çalıştığı anlamına gelir. Aygıtın iyi çalışması o aygıtla ilgili öznelerin işinin kolaylaştığı anlamına da gelmez. Belki o aygıtın düzeneğinde yapılacak bazı değişimler çalışma prensiplerini özne ve onun hayatı lehine kolaylaştırabilir. İktidarın dil aygıtı süreğen çalışmayı amaçlar, yoksa kaliteli ve zevkli bir yaşamayı değil! İşte edebiyatın amacı, eskiyen anlamları yeni anlamlarla değiştirmektir. Bu eskimenin nerede başlayıp nerede bittiği ya da gerçekten böyle bir eskimenin olup olmadığı asıl meselemiz. Eğer eskime varsa değişim hangi biçim ve prensiplerle gerçekleşecek? Bu da ayrı bir sorunsal. Tarihsel akış içinde yeni anlam eksenlerini taşıyan birçok sanat anlayışı peydah oldu. Mesela anlamı iğdiş ederek bunu yapan Dadaizm’in yanında, düşleri ve otomatizmi kullanarak anlamı söken Sürrealizm var. Anlam sökümünde sadece yöntemler değişiyor çağlar boyunca. Her anlam sökümü eskiyen anlamları geleneğe iade etme ve yeni anlamlara güncel kültürel içinde yer açma girişimidir. Yapıbozum, Fluxus, Art Brut, mizahi şiir ve görsel şiir için de aynı şeyler geçerli bence.

Üç: Benim bir iddiam var; tarih boyunca içsel olan ile dışsal olan birbiriyle kavgalı, toplumla birey, divan şiiriyle halk şiiri, İkinci Yeni ile Folklor ya da Garip Şiiri. Düşmanlık için karşıtlık gerekiyor, karşıtlık için de iyi bir neden. Düşmanı da kaliteli olmalı insanın. Maalesef iki binlerde düşman olacak kalitede bir çevre olmadı, olmuyor! İnsanlığa da estetiğe de aynı adalet ve dürüstlük mekanizmasıyla yanıt veren çevreler yok bence! Ben ne öğrendiysem düşmanlarımdan öğrendim dedirtecek düşmanlar lazım insana. Ama genelde, şiirsel değer olarak muhafazakâr, elitist veya avam, muktedir ve kontrolcü, kariyerist şair ve çevreler bizim düşmanımızdır. Minöriteyi, minör şiiri tek kurtuluş olarak görüyorum.

Dört: Şiirin hiçbir şekilde öleceği yok! Bunu iddia edenler kendi acizliklerini ifade ettiler şimdiye kadar sadece. Günümüz gençliği Leman kültürü! Avam ve argo yanyanalığında mizah üzerinden yüzeysel bir ifade tarzı gelişti. İşte tenbelheyven ve fanzinler mizahın taşıyıcısı oldular. İşlevsel de oldular, estetik ya da entelektüel elitizmi kırma yönünde olsun kalıplaşmış anlamı sökme yönünde olsun faydası oldu mizahın. Ama bu dönemin de bittiğini, bitmeye başladığını hissediyorum. Mizahi sanat üzerinden gidenler bunu bir değere dönüştürmeyi düşünmediler ya da başaramadılar. Yüzeyde devinen bir direnç mekanizması olarak kaldı mizah. Bunun dışında bu ifade ikonları ya da biçimsel öğeler nasıl bir değer üretti ki? Sadece bir sunum ve izlenim. Dijital izlenimcilikle ilgili statik durumlar üretti. Gerçek içsel üretime dair bir yansıma göremiyorum. Hadi içselin kendini ifadesini çok modernist ve sıkıcı buluyor olabilirsiniz, o zaman dışsalın/şekilsel olanın ifadesi bize ne kattı diye düşünüyor musunuz? Yeni dönemin böylesi bir amaç gayretkeşliğinde olduğunu sanmıyorum. Bir şeyin geleceğin estetiği olması için gereken içsel ve felsefi düzenekler üretilemedi henüz. Anlam ve değer katmanları yeterince kök salmadı. Sunumun bir üretime ve yaratım alanına ve bunun da bir duygulanım ve empatik alana tekabül etmesi gerekiyor çünkü.

Beş: Avangardın günümüzde de değişik yüzleri, gölgeleri var. Avangard yerini postmodern dönemlerde neoavangarda ya da neoneoavangarda ya da postavangarda bırakıyor, bırakabilir. Her dönemin avangard mizacı da zihni de değişik olur. Belki o zihnin çalışma şekli değişmiyor. Mesela Bürger’in avangardının ilerlemeye bakışı çizgisel ve pozitivist iken postavangardın ilerleme fikri geri dönüşsel ve dairesel olabilir. Ama her yönüyle farklılığı işliyor avangard, o an için atlanmış olanı saptayıp ortaya koyuyor. Geleneğe bakışı da aynı minvalde görülebilir. Geleneğe hiç dönüp bakmayanla, dönüp dönüp farklı okuyan avangard haller olabilir. Yaşlı Kurt Schwitters klasikleşti, dönüp dönüp bakıyor bize. Kimimiz hiç umursamıyoruz, kimimiz ise uzaklığın getirdiği belirsizlikle Yaşlı Kurt’u hep farklı farklı duyumsuyoruz! Son olarak, avangard için aşma ve geçmenin hem içerik hem de şekil olarak vazgeçilmez olduğunu söyleyeceğim, bu onun güdüsü zaten! Aynı zamanda dramı da, çünkü her aştığını ve geçtiğini sandığı noktada antoloji kendisine sürprizler hazırlar, aşmanın göreceliğinde çaresizce oturakalır.





Not: Murat Üstübal'a cevapları için teşekkür ederiz. 

Not İki: Beş Soru nedir, ne değildir üzerine:


12 Aralık 2013 Perşembe

Beş Soru Nedir?



Beş Soru bir yazı denemesidir. Şiir ilgililerine bazı konularda çeşitli sorular sorma yöntemiyle çalışır. Sorunun muhatapları isterlerse sorulara karşılık vererek isterlerse de başka bir şeyden bahsederek bu sorulara cevap verirler.

Amaç, dergilerin sağlayamadığı güncelliği oluşturmak ve klişeden kaçmaktır. Sorulan sorular sadece şiir bağlamında kalmayarak “her şey” üzerine bir istikamet belirler. Her misafire ona özel hazırlanmış sorular sorulur. Eleştirel bir temelden hareket eden bu sorular iletişim ağı kurma çabasından ziyade üretim alanı oluşturma çabasıyla sorulur.

Sorulara gelen cevaplarda yöntem kısıtlaması yoktur. Kişiler isterlerse mektupla, isterlerse o gün yaşadıkları bir şeyle, isterlerse de bir görselle sorulara cevap verirler. Bununla beraber 1545 sayfalık bir cevap da yollayabilir, sınırları zorlayabilirler.

Beş Soru’nun geleceğe kalma ya da akıma dönüşme gibi misyonları yoktur. Olup biten her şeyi toplu bir şimdi içinde kişiler aracılığıyla değerlendirir. Eleştirel bir zeminde yeni yazı yöntemlerinin oluşabileceğine inanır. Bu düşünceyle hareket edip misafirlerini belirler.

Beş Soru söyleşi amacı gütmez. Manifestosu yoktur.