11 Şubat 2015 Çarşamba

Bring Me The Disco King






Isparta’ya gitmiştim. Tam olarak 22 Şubat 2009’da. Isparta ile hiçbir ilgim yoktu. İzmir’den ortalama bir sürede yaptığım yolculuk uykuma düşmandı. Sanırım hatam gece yola çıkmaktı. Yaklaşık 6 saat boyunca müzik dinleyip yola bakmıştım. Sabah 6’da hayatımda ilk kez geldiğim bir kentte ne yapacağımı bilmediğim için poğaça yemiştim. Biriyle görüşecektim. Fakat görüşeceğim kişi ile randevum 11’deydi. Saat 7’ye kadar bir şekilde Otogarda oyalanmış, 7’de ise bir servise binip kent merkezine inmiştim. Pazar günüydü. Sokaklar boş, hava soğuk, dünya ise tuhaftı. 

Bilmediğim sokaklara girip çıkıyordum. Bir ara eski ahşap evlerin olduğu bir yere geldim. Elimdeki dandik telefonun kamerasıyla birkaç fotoğraf çektim. O sırada yanıma biri geldi. “Turist misin? dedi.  “Yok değilim.” dedim. Bir şey demeden uzaklaştı yanımdan. Sonra kent merkezindeki caminin yakınında bir bank bulup oturdum. Dünyada hiçbir şey olmuyordu. Isparta’da hiçbir şey olmuyordu. Kulaklıklarımı takıp David Bowie’den bir şarkı açtım. Cami manzarası ve topluca konup topluca havalanan birkaç kuşa bakarak hayatımı düşündüm. Ne yapıyordum? Orada ne işim vardı?

22 Şubat 2009. Bir şeyleri unutmak çok büyük bir lüks. Ben o lükse sahip değilim. 22 Şubat 2009’da o bankta üstümdeki parkanın önünü iliklemiş ve bağcıkları çözülmüş ayakkabıma uzun uzun bakmıştım. “Bütün bunlar nereye varacak Aras?” demiştim. Ellerimi cebime soktum. Biraz poğaça duruyordu. Çıkarıp elimde ufaladım ve kuşların olduğu yere attım. Bir süre sonra kuşlar geldiler. Yerdeki kırıntıları yiyip gittiler. Kafamı kaldırıp nereye uçtuklarına baktım. Kuşlar bir apartmanın ardında kaybolana kadar baktım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder