Isparta’ya
gitmiştim. Tam olarak 22 Şubat 2009’da. Isparta ile hiçbir ilgim yoktu.
İzmir’den ortalama bir sürede yaptığım yolculuk uykuma düşmandı. Sanırım hatam
gece yola çıkmaktı. Yaklaşık 6 saat boyunca müzik dinleyip yola bakmıştım.
Sabah 6’da hayatımda ilk kez geldiğim bir kentte ne yapacağımı bilmediğim için
poğaça yemiştim. Biriyle görüşecektim. Fakat görüşeceğim kişi ile randevum
11’deydi. Saat 7’ye kadar bir şekilde Otogarda oyalanmış, 7’de ise bir servise
binip kent merkezine inmiştim. Pazar günüydü. Sokaklar boş, hava soğuk, dünya
ise tuhaftı.
Bilmediğim sokaklara girip çıkıyordum. Bir ara eski ahşap evlerin
olduğu bir yere geldim. Elimdeki dandik telefonun kamerasıyla birkaç fotoğraf
çektim. O sırada yanıma biri geldi. “Turist misin? dedi. “Yok değilim.” dedim. Bir şey demeden
uzaklaştı yanımdan. Sonra kent merkezindeki caminin yakınında bir bank bulup
oturdum. Dünyada hiçbir şey olmuyordu. Isparta’da hiçbir şey olmuyordu.
Kulaklıklarımı takıp David Bowie’den bir şarkı açtım. Cami manzarası ve topluca
konup topluca havalanan birkaç kuşa bakarak hayatımı düşündüm. Ne yapıyordum?
Orada ne işim vardı?
22
Şubat 2009. Bir şeyleri unutmak çok büyük bir lüks. Ben o lükse sahip değilim.
22 Şubat 2009’da o bankta üstümdeki parkanın önünü iliklemiş ve bağcıkları
çözülmüş ayakkabıma uzun uzun bakmıştım. “Bütün bunlar nereye varacak Aras?”
demiştim. Ellerimi cebime soktum. Biraz poğaça duruyordu. Çıkarıp elimde
ufaladım ve kuşların olduğu yere attım. Bir süre sonra kuşlar geldiler. Yerdeki
kırıntıları yiyip gittiler. Kafamı kaldırıp nereye uçtuklarına baktım. Kuşlar bir apartmanın ardında kaybolana kadar baktım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder